Belediyelerin borçlarına karşılık kamu mülklerini ilgili bakanlıklara devretmesi, Türkiye’de uzun süredir uygulanan bir yöntem. Hatırlarsanız geçen yıllarda Akçakoca Belediye Başkanı Okan Yanmaz tarafından da benzer bir uygulama hayata geçmiş, Merkez camimizin arsa tapusu önce bakanlığa ardından da Diyanet’e geçmiş, buna mukabil belediyenın maliyeye olan borcu mahsuplanmıştı. Akçakoca belediyesinden yapılan mali kesintiler son bulduğundan, belediye tarafından ilçe halkına hizmet için daha fazla ödenek kullanılabilmişti.
Düzce Belediye Başkanı Faruk Özlü’nün yaptığı uygulama da aslında bu yöntemin bir parçası olup, herhangi bir istisna teşkil etmiyor. Belediye, cami arazilerinin mülkiyetini önce ilgili bakanlıklara devrediyor; ardından bu mülkiyetler tekrar Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı il müftülüklerine geçiriliyor. Yani camilerin kullanımında, işleyişinde veya statüsünde hiçbir değişiklik yaşanmıyor.
Ancak kamuoyunda oluşturulan algı, bu mülkiyet değişimlerinin ibadethaneleri farklı bir amaca yönlendirdiği şeklinde. Oysa gerçek böyle değil. Bu tür spekülasyonlar, toplumda gereksiz bir kutuplaşma ve gerilim yaratıyor. Türkiye, Müslüman bir ülke olarak ibadethanelerine sahip çıkmaya devam ediyor ve bu uygulama camilerin fonksiyonlarını değiştirmeye yönelik değil.
Bu nedenle, vatandaşların bu konuda endişe duymalarını gerektirecek bir durum olmadığını vurgulamak gerekiyor. Belediye ve ilgili kurumlar, süreci şeffaf bir şekilde yürütmekte ve camilerin asli görevlerini sürdürebilmeleri için gerekli düzenlemeleri yapıyor. Kamuoyunun bu noktada doğru bilgilendirilmesi, gereksiz tartışmaların önüne geçilmesi açısından büyük önem taşıyor. Özellikle medya mensuplarının belediye ile olan kişisel hesap ve menfaat beklentilerini bir tarafa bırakması, böylesine hassas konuda daha duyarlı davranması her şeyden önde geliyor.
.